Sayfalar

26 Mayıs 2011 Perşembe

ZURNANIN SON DELİĞİ OLAY YERİNDEN BİLDİRİYOR...


Yalnızken kendisiyle konuşması insanın çok olağandır. Zaten yalnızken başka kiminle konuşabilir ki insan. Zaten konuşsa da başkası duymaz ki sesini, çünkü kimse yoktur etrafında. Ya da kimse olmadığından, başkasını dinleyemez, sadece kendisini duyabilir. Kendi kendisini dinlerken de aynı zamanda, kendisiyle konuşuyor olur ister istemez. Kendi kendisine konuşurken insan, kendi sıkıntılarını da farketmeye başlar yavaş yavaş. Aslında hiç ciddiye almadığı, konuşmadığı ya da konuşamadığı...

Ve sonra kendisini ihmal ettiğini anlar. Kendisine acır ihmal edildiği için. Aslında ihmal eden de kendisidir, ihmal edilen de. Bu kez kendisine kızmaya başlar, ihmalkar olduğu için. Ne ihmalkar adamsın der kendi kendine. Ama aslında kızdığı kişi, aynı zamanda ihmal edilendir yani aslında acıdığı kişi.

Sonra bu açmazdan çıkmaya çalışır fakat başaramaz. Ben aslında konuşanmıyım, dinleyen mi. Ben ihmal edilenmiyim yoksa ihmal eden mi. Bu sorulara cevap veremez, devreyi yakmaya başlar, kulaklar kızarır, kafası zonklar, beyni uyuşur. Sonrasında bu haldeyken etraftan çok tuhaf gözükür insan. "Deli" gibi, mecnun gibi, saf gibi. İşte bu yüzden kendi kendine konuşan insana deli denir zannımca. Yoksa başka neden densin ki...

4 Nisan 2011 Pazartesi

LA TAHZEN



Senai DEMİRCİ

Üzülme!

Üzülebiliyorsan bir kalbin var demektir. Kalpsizler üzül(e)mezler ki. Ne mutlu sana ki, üzülebiliyorsun. Dokunan var demek ki kalbine. Ya dokunulmasaydı kalbine. Ya hüznün gönül toprağını karmasına izin verilmeseydi. Demek ki gözden çıkarılmadın. Demek ki sen hâlâ bir umut tarlasısın.

Üzülme!

Üzülüyorsan, Biri var ki cılız varlığını düştüğü çamurdan kaldırmak istiyor. Onun için dokunuyor kalbine. Kıymetini bil ki, üzmeye değer görüyor seni. Hüzünlerin kalbinin toprağını allak bullak ediyorsa, sen ekilmeye layık bir topraksın demektir. Kaygıların vuruşuyla tuz buz oluyorsa taş katılığında büyüttüğün güvencelerin, yarılan göğsüne umut fidanları dikiliyor demektir.

Üzülme!

Yüzün yerde geziyorsan, ellerin boynuna sarılı ise, içini ısıtacak haberlerin mürekkebi damlıyor olmalı ömrünün defterine. Kar yağıyorsa güvendiğin dağlara, yarının ovalarında rengârenk çiçeklerin olacak demektir. Hırçın fırtınalar sarsıyorsa sevinçlerinin zirvesini, rüzgârlar dövüyorsa umudunun yamaçlarını, bir yüce dağsın sen demek ki, az bekle, eteğinden serin pınarlar akmaya başlayacak demek ki...



Üzülme!

Üzülüyorsan, şımaramazsın. Kibrin kirli tuzağına düşemezsin. Kendini beğenmişliğin çamuruna dolaşmaz ayakların. Uzak geçersin isyanlı yollardan. Heveslerinin ardı sıra düşüp nisyan uçurumlarının başına sürüklenmezsin. Seni Biri yakınlığına çağırıyor demek ki... Gözden çıkarmamış olmalı seni.

Üzülme!

Üzülüyorsan, bir kutlu teselli kapısının önünde bekletiliyorsun demektir. Gözlerini kaldır vefasız dünyanın eşiğinden. Gönlünün elinden çıkar sebeplerin boş avuntularını. Umudunu kes sahte doymalardan. Yüreğini küstür coşkulardan. Kapı açıldı açılıyor demektir.

Üzülme!

Üzülüyorsan, kaybedeceğin bir şeyler var demek ki... Kaybedeceği bir şeyi olanlar çoktan kazanmışlardır. Eline geçmeyenleri saymakla tüketme nefesini, elindekileri saymaya başla. Hepsini saysan bile, nefesini saymaya nefesin yetmeyecek demektir. Bak işte zenginsin.




Üzülme!

Seni bir "İşiten" var. Seni senin kendini bile sevmenden önce O sevdi seni. Senin kendini bile bilmediğin unutuş kuyularından çekip çıkardı seni. Çektiğin acılara habire meşgul çalan telefonlar gibi kör ve sağır değil O. Yüreğinin her yangınına O yetişiyor. Ayrılıklarına ve sıkıntılarına metal soğukluğundaki plazalar gibi umursamaz değil O. Yitirdiklerinin hepsini sana iade edeceğine söz veriyor. Sevdalarına ve özlemlerine çok seçenekli sınav kâğıtları gibi tatsız ve tuzsuz formüller sunmuyor. Seni herkesten çok anlıyor, seni senin kendini düşündüğünden çok düşünüyor. Gözyaşlarınla imzalayasın istiyor yakarışlarını. Bir ebedî çerçevenin içinde, gösterişsiz bir kullukla fotoğraflamak istiyor seni. Dağılıp giden ömür kırıntılarının arasından sıcacık bir kardelen ümidi devşiresin istiyor. Keyfinin çatlak kabuklarının arasından sonsuz teselli pınarları akıtmak istiyor.

Üzülme!

Varlığının tenine çiziktir her hüzün. Varlığından haber verir üzüntün. Hatırlar mısın, bir zamanlar hatırlanmaya değer bir şey bile değildin? Hiç umursanmadan çöpe atılabilecek kirli bir su iken sen, yüzüne bir tek O baktı. Kimselerin arayıp sormadığı, önemseyip adını bir kenara yazmadığı o günlerde, senin adını ilk O andı. Hatırını bildi. Seni yanına aldı. Hep yanında oldu. Sen seni unutup da başını yastığa koyduğunda bile, seni her defasında sabaha çıkardı. Sen Onu defalarca unuttun ama O seni asla unutmadı.

Üzülme!

O'nun en sevdiği kulu da yalnız kaldı. Taşlandı. Sürüldü. Yaralandı. Aç susuz kaldı. Yuvasına uzaktan gözleri yaşlar içinde baktı. Mağarada yapayalnız ve korunmasızdı. Senin gibi üzülen yol arkadaşına sonsuz müjdeler veren tebessümüyle fısıldadı: "Lâ tahzen, innallahe meânâ."



Üzülme!

Kaldır yüzünü yerden. Omuzlarından sarsıp kendine getirmek istiyor seni Sevgili. "Rabbin sana küsmedi ki..." Gözlerinin içine içine bak sevdiklerinin. "Rabbin seni unutup yalnız bırakmadı ki..."

19 Mart 2011 Cumartesi

NUN' a dair...




"Nun ile kaleme ve yazmakta oldukları şeylere andolsun" diye başlayan Kalem Süresi'nde zikredilen, hokka - kalem ikilisi içine derin anlamlar sığdırılan önemli metaforlardandır. Hem ayrıca tasavvuf ehli, kalemi insanla, Nun harfini ise mürekkebin konduğu hokkayla eş kabul etmiştir.

Nun, sevgilinin gözleridir. Nun harfi ters çevrildiğinde, noktası sevgilinin gözleri gövdesi ise sevgilinin yay gibi olan kaşlarıdır. Sevgili aşığına bakmaz ve o güzel gözlerini aşığından kaçırır.

Aşık sevgilinin verdiği cefayla mutludur. O cefa ki aşığı yaşatır...ve aşık sevgilide kendini bulur.

Nun "sabır" demektir.


16 Mart 2011 Çarşamba

BİR AY BOYUNCA DAHA NELER GÖRECEKSİNİZ



12 Haziran 2011 tarihinde Milletvekili Genel Seçimi yapılacak. 11 Nisan'da kesin aday listeleri açıklanacak. Yani yaklaşık bir ay boyunca, aday adayları, kendilerini seçmenlere tanıtmak için türlü yollar deneyecekler.

Yukarıdaki fotoğraf, bu tanıtımlara bir örnek. Buna benzer yüzlercesini bu günlerde görmeye hazır olun. O yüzden, Allah hepimizin akıl sağlığını korusun. Bu aday adayı beyefendi de mutlaka aday yapılmalı, hatta partisi iktidar olursa, mutlaka bakan olmalı. Böyle vatan evlatlarının kıymeti mutlaka bilinmeli...

11 Mart 2011 Cuma

MECLİSE HÜCUM



12 Haziran 2011 günü yapılacak Milletvekili Genel Seçim sürecine resmen girmiş olduk. Dün, aday olmayı düşünen kamudaki çalışanların istifa etmeleri için son gündü. Üst düzey yönetici, genel müdür, sendika başkanı, hakim, savcı, başhekim, gibi bir sürü meslekten bir sürü kişi adaylık yarışına katılabilmek için istifa etti.

Yukarıdaki manşetin de dediği gibi, istifa patlaması oldu. Ne diyelim; ne çok siyaset heveslisi varmış...

28 Şubat 2011 Pazartesi

YENİ BAŞLAYANLAR İÇİN 28 ŞUBAT



Mehmet AYSAN

28 Şubat 1000 yıl sürmesi beklenirken, 1000 gün bile sürmeyen bir süreçtir. Ali Kalkancıdır, Fadime Şahindir, Emire Kalkancıdır, Müslüm Gündüzdür. Ellerinde sopalarla dolaşan ve şu anda nerede oldukları bilinmeyen, Aczimendi adındaki garip adamlardır. 28 Şubat, sekiz yıllık eğitim adı altında, Türk Eğitim Sisteminin içine edilmesidir. İkna odalarıdır, başörtülülerin öcü gibi görülmesidir.

Yeşil sermaye diye, işyerlerinin tasnif edilip, iflas ettirilmesidir. Ali Kırcadır,Reha Muhtardır, Uğur Dündardır. Genelkurmay Karargahının önünde sabahlayan omurgasız Ankara Temsilcileridir 28 Şubat. Andıçlanan, işinden kovulan, ölüm tehdidi alan gazetecilerdir. Yakalanan teröristin ifadesine, bizzat komutanlar tarafından ekleme yapılmasıdır.

28 Şubat öyle bir süreçtir ki; bir albayın ülkenin seçilmiş başbakanına "pezevenk" dediği ve karşılığında başına hiçbir şey gelmediği gibi, generalliğe terfi ettiği ülke haline getirmiştir Türkiyeyi. 2001 krizinin temellerinin atıldığı, parayla ve şantajla milletvekillerinin parti değiştirdiği bir süreçtir. Medya patronlarına katkılarından dolayı, ülkenin en büyük KİT'lerinin ve bankalarının peşkeş çekildiği bir süreçtir.

28 Şubat, Ertuğrul Özkök'tür, Zafer Mutlu'dur, "alçakları tanıyalım" diyerek dolmuşa binen, Oktay Ekşi'dir. Medya patronlarının, ülkenin başbakanını pijama ile evinde karşılamasıdır. Susurlukta kaza yapan Mercedes'in, sırrı aydınlanmasın diye ortalığın toz duman edilmesidir 28 Şubat. Sincan'da tankların yürümesidir, hatta bazı gazeteler fotoğraf alamadılar diye, tankların bir daha yürütülmesidir.

28 Şubat, Çevik Bir'dir, Erol Özkasnak'tır, Güven Erkaya'dır. Emekli generallerin, özel bankalara Yönetim Kurulu Üyesi yapılmasıdır. Bir kadın İçişleri Bakanına, kazığa oturtma tehdidin alenen yapılmasıdır. Ülkenin generallerinin işi gücü bırakıp, gazeteleri dolaşması, atılacak manşetlere karar vermesi, irtica brifingleri hazırlamasıdır.

Hasan Hüseyin Ceylan'dır, İbrahim Halil Çelik'tir ve tabi ki Top 10 kasetleri hazırlanan, Şevki Yılmaz'dır. "Kanlı mı olacak, tatlı mı olacak?" sorusunun cevabıdır 28 Şubat. "Kandan beslenen habis bir ur" tadında, Genelkurmaya gidip, irtica brifingleri alan yargıdır. Ülkenin her beş insanından birinin oyunu alan, iktidardaki partinin kapatılmasıdır.

Herkesin bildiği bir şiiri okudu diye, ülkenin en büyük şehrinin belediye başkanının görevden alınıp, hapse tıkılmasıdır 28 Şubat, "muhtar bile olamayacakların" başbakanlığa giden yolunun açılmasıdır. Namaz kılan, oruç tutan, bir cemaate sempatisi olan, Zaman, Yani Şafak, Vakit gibi gazeteleri alanların, korkularından gazetelerini gizli saklı okumalarıdır. Valilerin, savcıların, hakimlerin ve memurların tek tek fişlenmesidir 28 Şubat.

28 Şubatta askerin borazanlığını yapan bazı yazarların, bugün başımıza demokrat kesilmeleridir utanmadan. Başörtülü bir vekilin yuhlamalar eşliğinde, Millet(!) Meclisinde yemin edememesidir. "Bu kadına haddini bildirin" dir, o vekilin çocuklarının okulunda, küçücük çocuklara slogan attırılmasıdır, gece yarısı, daha sonra porno kasetleri ortaya çıkan, bir DGM Savcısı tarafından evinin basılmasıdır.

İrtica tehlikesinin, otuzbin kişinin canını almış PKK teröründen daha tehlikeli kabul edilmesidir. Bir genç kızın başındaki örtünün, silahdan daha tehlikeli sayılmasıdır. Fetullah Gülen Hocaefendinin kasetlerinin kapalı gişe oynamasıdır. Başbakanlıkta tarikat şeyhlerine verilen iftardır, Kudüs gecesidir. Ve tabi ki bütün varlığını bu postmodern darbeye bağışlayan Süleyman Demireldir.

Daha çok şey eklenebilir ama fazla uzatmaya gerek yok. 28 Şubat bu ülkenin YÜZ KARASIDIR.1000 yıl sürmemiştir ama 1000 yıl geçse de unutulmayacaktır...

27 Şubat 2011 Pazar

KAÇ YIL GEÇTİ ARADAN, HALA KARANLIK



15 yıl önce Ocak ayında üç DHKPC militanı, Sabancı Kulelerine girip, 25.katta bulunan Özdemir Sabancı'yı ve iki çalışma arkadaşını öldürmüşlerdi. Bu suikastla ilgili, ortaya neler atıldı ama hiçbiri kesin olarak kanıtlanmadı.

Sabancı Holding, otomotiv sektörüne girdiği için cezalandırdı dendi, Sabancı Holdingin beyni Özdemir Sabancı idi, o yüzden öldürüldü dendi. Veli Küçük'ün bu cinayeti Abdullah Çatlı'ya organize ettirdiği konuşuldu. Asıl hedefin suikasttan önce yaptığı açıklamalar nedeniyle, Sakıp Sabancı olduğu iddia edildi.

Uşak Cezaevinde isyan çıkaran Nuri Ergin, cezaevinin penceresinden, "bu devlet bana Mustafa Duyar'ı öldürttü" diye bağırması hafızalara kazındı. Suikastın diğer tetikçisi ortadan kayboldu. Üçüncü fail Fehriye Erdal ise, bir türlü Belçika'dan iade ettirilemedi. Ve şimdi de Erdal ortadan kayboldu veya örgüt tarafından öldürüldü.

Böylece Sabancı suikastının son tanığı da sırra kadem bastı. Eğer Ergenekon'un bu işle ilgisi varsa, belki çözülür ama, değilse bu suikast da, güzel ülkemizin sayısız faili meçhullerinden biri olarak tarihteki yerini alacaktır. Ve bu ülke geçmişindeki karanlık sayfaları aydınlatamadıkça, geleceğe tam anlamıyla güvenle bakamayacaktır.